[ad_1]
https://youtu.be/5NOJQ_1hmps
« Uykulardasın şimdi bensiz uykularda
Hala İstanbul’dasın ama deniz yok dalgalarda » YYK
Sayısızca kültür, padişah, caz festivali, mimari ve sanat akımı, beyaz yaka, Suriyeli, Suriyesiz, kitap teması, şarkı ilhamı, cami, kilise, Rönesans’a yakışır insani proporsiyon, biröken, barradan yine get manevi arbede, mahalle kavgası, kavgalardan çok daha Atesli çiftleşme, dert, mutluluk, işkence, orgazm, kasvet, Utopya görmüş ve hala içinde barındırdığı çoğu canlısına göre kendisinden BASKA şehirlerin tebdil-i kıyafetine bürünmeye çabalayan Kolektif bir varoluş salatasından -yani Proust’un kayıp zamanın izinde kaybedip aradıklarını, Paulo Coelho’nun Simyacı’yı yazarken arakladığı Takkeci İbrahim Efendi’nin hikayesi gibi bir arayıştaki esrarın sonucunu insanın yine kendisinde bulacağını bize Pitoresk bir imgeyle alıcıyı harekete geçirme işlevinde buldurmaya çalışan- bir Hafiza bahçesinden bahsetmeye çalışıyorum taille: STANBUL.
Hayatımın büyük bir kısmında İstanbul’un manevi basınç aurası altında gerek fiziksel gerekse de spiritüel mesafesinin çemberinde yaşadım. Türkiye’nin magması olan bu sıcaklığın verdiği, kendi merkezine çektiği bir İstanbulçekime, aynı Dünya’nın, çevresindeki Güneş, gezegen ve uydularının çekimine bizrzkaylamadm « O »ydu bizim hafıza bahçemizdeki en renkli ağacımız, « o »ydu Pessoa’nın dediği, düşünmenin yıkmak anlamına gelip de insanın düşünmeden önce parçaları -yani bi. Çünkü Pessoa’ya göre de, düşünce süreci, düşünülen şeyi parçalara bölmekle olurdu.
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Sandales şarkısında, bu kitaptaki Galip’in tükenmek bilmeyen bir kısır döngüdeki zamanın süregelen kaybının izinde, İstanbul’daki dalgalara Denizi yakıştırmanın Telasi içerisinde, uykularını, gerçeklik ile Dus arasındaki Musil’in ruhun Bulanık sendeleme denklemi gibi yalpalayarak renkli « Rüya » lar oteliyle taçlandırdığı bir İstanbul hayal etmişti. Aynı Orhan Pamuk’un gayesi gibi.
SU etun bedenimin bulunduğu Batman, aklımın çarpık sokaklarının gezmeye çalıştığı, idam mahkumlarının fils saniyelerinde çaresizce ve Büyük bir arzuyla düşünmeye çabaladığı şehir algısını daha Geniş bir algıyla beynimin önüne Soyut çözünürlüklü bir görüntü olarak getirmeyi kendime Askerlik idi edindiğim bir Istanbul ve çift haneli sayıyla sayabileceğim yıllardır ait olduğum ama bir türlü Maslow’un piramidinin en tepesindeki onu gerçekleştirme seviyesine erişemediğim bir İzmit düşüncesi ile Orhan Pamuk’un Galip, Celal ve Rüya üçgeni arasında spirit bagürmametrik birku
Baş karakter Galip, doppelgänger etkisiyle bir Tourette sendromlusunun aniden çıldırmaya başlayıp, bağırıp çağırması gibi bir merakla keşfetmeye çalıştığı İstanbul’u, sevgilisini, amcasının kızını, kendisini -artık son ne derseniz- yine bi kendisolarak fiziksel kendisinden Stockholm vatandaşının sendromu gibi kendisini rehine olarak aldığı İstanbul’da Aşkı ve yine kendisini BULMAK Isteyen, Raskolnikov’un Napolyon, hint Devrimi zamanında insanların Mao, Küba Devrimi zamanında insanların Castro olma idinde yanıp tutuşan gençlerinin Akson ve Dendrit uzaklıkları arasında Mekik dokuttuğu esrarlı bir gerçeklik arayışında, imgelerini, Boğaz’ın sularının Anadolu ve Avrupa yakasındaki en güzel yalılara, en uç insan yapımı anılara, köprülerin eteklerinin altından geçen hidrojen ve oksijenlerin sadece hamdığı, piştiği, yandı ı değil de, kelimelerin Sevgi, Nefret, hüzün, aşk, şaşkınlık, şehvet, öfke gibi duyguların sinestezik lunaparklarında İstanbul’un en esrarlı köşelerinde Kara Kitap’ın Beklenen konserinde yerini alabilmek için bilet sırası kovaladığı, kimilerine göre bir Dünya klasiği niteliği taşıyan kimilerine göreyse Alaaddin’in Dükkanı‘na gelip de Alaaddin’in elinde sel olmayan nesnel gerçekleri değiştirmesini bekleyen bir kalabalık ordusu önderliğinde kurgulamıştı. İşte böyle bir cümle gibiydi İstanbul.
Mimar Sinan, Yavuz Çetin, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Gaye Su Akyol, Münir Özkul, Vedat Türkali, Fatih Sultan Mehmet, Ete Kurttekin, Flört, Atatürk, YYK, Vedat Milör, Nusret, Peyk, Arahan Güler, Sasret, Aliatt Veli Kanık, Sezen Aksu gibi sanatkarlarımız bu şehirdeki yürüyüşlerini aynı Galip’in İstanbul sokaklarında yüzlerin, tarihin, kitapların, semtlerin esrarını çözmek ister gibi gerçlerdi.
Kadıköy Yeldeğirmeni son mahallesinin sokağından uzakta denizin göründüğünü bilmek, Kuledibi’nde dolaşırken dümdüz bir sokakla karşılaşamayacağını tahmin Edip de Pitoresk ve bir o Kadar da grotesk fotoğraflar yakalamayı şehvet edinen bir turistin varlığını Galip’e yakıştırmak, Kartal’dan Silivri’ye metrobüsle gidilemeyeceğinin bilincinde 500T hayalleri kuran bir İstanbulluyla, ecnebilerin vieille Ville diyerek Turistik diatribe edindiği bir evrensel Gezgin terminolojisiyle tefsirini 400 Kusur Sayfaya sığdırmak Orhan Pamuk’un harcı olmuş ise, sirkülasyon koridorları Boğaz’ın Sulari, Giriş Kapilari Stratejik ve jeopolitik OneMin diktatörlüğünde sabitleştirilmiş coğrafya Dersi kitaplarındaki Hudut bakımından komşuları , oturma odası, salonu Beşiktaş, Kuzguncuk, Sarıyer, Üsküdar, Eminönü, Kadıköy, mutfağı Karaköy, Beyoğlu, bir türlü sevilemeyen ev sahipleri Bağcılar, Esenler, Başakşehir, figürü Ruslara sıcak denizlere inme mastürbasyounu mumyalatan, temeli eşsiz bir tarih, duvarları Darwin’in hiç de kıskanmayacağı bir şekilde, Zamanla tarih kavramından Medusa’nın gözlerinin içinde kendilerine sorulduğunda büyüyünce Taş olmak Isteyen bakışların kıskanacağı bir brütlükte diatribe betonuna evrilen, milyarlarca yıl geçtikten Sonra Belki de en şanssız ev sahiplerini üzerinde ağırlamak zorunda bırakılan bir edebi-tarihi-Mimari Hafriyat kamyonunu, beynimizin Nizamiye kapılarından dışarıda bir yerde düşünmemiz pek tabii ki de olanaksız olurdu sayın Pamuk, sen de haklısın.
Neyse ki, Galip gibi Salut Douglas da doğmuştu. El mi yaman, Beyoğlu mu yaman demişti. Boşuna değildi Light in Babylon’un çığırmaları, camilerden gelen dinsel sesle, evlerden yükselen -insel kelimesinin önüne c ya da t harfi koymamın kararsızlığında insanın ağzından çıkanrşılaimlerin çıkanrşılaimlerin Boşuna değildi « Mimaride hiçbir detay boşuna değildir, çocuklar. » diyen hocamı hatırladığım bir yaz gününde İstanbul’un sosyolojik mimari altyapısını bu tarihi zaman denen kavramı ezel mertebesine ulaşabilme isteğinde elinde oynatabilen bir detayla anlatma yacerisine sahip Orhan Pamuk‘un bunca çabası.
[ad_2]
Source link