Kuyucaklı Yusuf de Sabahattin Ali



« … yeni çıkmaya başlayan akşam rüzgarı minimini ve sert yaprakları hışırdatıyor ve sanki bu ihtiyar gövdeler canlanıyor, vücutlarındaki bir sürü kovuğu birer göz gibi kullanarakı etrafaory »
(art. 125)

Doğa tasvirleri, atmosferi ve anlattıklarıyla insanı kendine bağlayan bir roman bu. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı bile yapmadan kitaba gömüldüm tekrar. Bitti, bittiğinde bende Reşat Nuri Güntekin‘dans Acımak kitabını bitirdiğimde de oluşan; kaderin ve olayların insan iradesinden bağımsızlığının hüznünü bıraktı.

« Orda bir köy var uzakta » ile başlayan şarkılarla, bacalarından dumanlar tüten; camlarında sarı sıcak ışıkların göründüğü bir sıcak yuva olarak köyü; kır saçlı, hayatın anlamını çözmüş bilge insanlar ve su başında testi dolduran, ırmakta halı, kıyafet yıkayan kadınlar olarak köylüyü hayal ettik hep. Taşra tasavvurumuzda şehrin sıkıcılığından, tek tipliğinden, yozlaşmışlığından bir kaçış düşüncesinin hakimiyeti vardı son zaman.

Sabahattin Ali’nin taşrası yüzümüze gerçekçi anlatımı ile bir tokat gibi çarpıyor. Cahilliği, sonradan görmeliği, paragözlüğü, çıkarcılığı, kadını bir mal olarak alıp satan zihniyeti, insan öldürken hayvan öldürürkenki kadar rahat olan insanları görüyoruz. Bu insanlar, pınar başında testisini dolduran neşeli ve al yemenisiyle ve basma entarisiyle bir kültürün parçası olan insanlar değil. Bu insanlar tabiatları itibarıyla çok zayıf, ayartılmaya açık, kolayca paranın pulun hırsına kapılabilir, sadakatlerinin temeli çürük insanlar. Fakirliğin yüzünden etik değerleri biçim değiştirmiş de diyemeyiz zira zaten eğitimsizlik nedeniyle etik değerleri hiç oluşmamış insanlar.

Sabahattin Ali, bütün bunları eleştirel ve gerçekçi bir üslupla gözlerimizin önüne seriyor. Örneğin bir kadını nasıl büyüttüklerini, romanın içerisine dahil olarak kendisi şöyle özetliyor :


« Büyüyen Kapali ve bu şekilde bütün tabii Arzu ve ihtiyaçlarını içinde hapsetmeye mecbur Olan genç kız, gayet tabii olarak, Sınırlı ve manen bozuk bir mahluktu. Anasi onu gezmeye götürürken bir Saat saçlarını düzeltmeye uğraştığı halde, ne anasının, ne babasının aklına bu kafanın içi ile de bir parça meşgul olmak düşüncesi gelmemişti. Onlar işportaya konan bir elma gibi onu süsleyip temizlemişler, parlatmışlar, sonra da yağlı bir müşteriye okutmuşlardı.
(art.13)

Bu satırlar, bir bakıma kitabın vermek istediği mesajların da özeti niteliğindedir. Sabahattin Ali’nin satırlarında taşra, cehaletin, yalnızlığın, fakirliğin, sonradan görmeliğin, paragözlüğün, cinayetin ve çürümüşlüğün kol gezdiği bir yerdir. Bu noktada benzer eleştirileri yapan başka yazarların aksine (Örn. Fakir Baykurt‘taki tiplemeler) herhangi bir « iyi » veya « kötü » tiplemesi göze sokulmayıp; bilakis herkes eşit derecede yozlaşmaya açık olarak tasavvur edilmiştir. Ne şehirden eğitim alıp gelmiş kaymakam, ne de köyün jandarması farklılık göstermektedir. Bu nedenle Sabahattin Ali, taşrayı eleştirirken aslında bütün Anadolu’ya sirayet etmiş cehaletin, çürümüşlüğün eleştirisini yapmıştır da diyebiliriz.

Kitabın Sabahattin Ali’nin ilk romanı olduğunu da hatırlatmak isterim. Muazzez, arada kalmışlığıyla insanımızın pek büyük bir kısmının özetidir.

M. Baran
03.12.2017
Mersin

tu adreste yayınlandı:
https://agacingovdesi.com/2021/03/21/…



Source link